22 Mart 2012 Perşembe

"Sana atman için bir zar verdim..."


Bugün geçtiğim yollardan birinde eski bir apartmanın alt katında neon ışıklarla “quantum check-up” levhası asılı bir dükkan gördüm.  Doğrusunu söylemek gerekirse ilk anda çok güldüm ve ‘şarlatanlar’ dedim kendi kendime. Sonra bu merkezin yaşıyor olmasını sağlayan insanları düşündüm. Hayata  salladıkları zarların nereye isabet edeceğini önceden kestirmeye çalışan ya da gözlerine kestirdikleri köşelere düşeş atabilmek için zarı nasıl sallamaları gerektiğini öğretecek hatta onların yerine atacak ötekilerin peşine düşen insanları… Çalışmadan para kazanmak, aç kalmadan zayıflamak, ihtiyaç duymadan sigarayı bırakmak, yorulmadan spor yapmak gibi abartılabilecek gündelik süreçleri çaba sarfetmeksizin hatta nasıl sonuçlandığını bile anlamaksızın atom seviyesinde, muhtelif enerji baremlerinde yönetmeye çalışan insanları…

Var mı böyle bir şey?
Mutlu olmak değil de mutsuz olmamak mı bu tembelliğin gerekçesi?
Kendimizden uzaklaşarak kendimizi daha iyi ya da daha mutlu etmek mümkün mü?

Ben de bu yollardan geçtim ve hala geçiyorum.  Kendimi bildim bileli halk arasında panik atak olarak bilinen ama benim kendisine bugün itibariyle verdiğim yeni ismiyle “titrek” olarak anmaya başladığım bir “özelliğim” var. Bu özelliğim nedeniyle çok yorulduğum, çok sıkıntı duyduğum zamanlar oldu. Hacıya,  hocaya, batı ya da doğu ilimlerine akıntı çağnozu gibi usul usul yaklaşıp medet umduğum zamanlar oldu. Üç seans yoga, beş seans pilates, 10 sahil yürüyüşü, 25 doz çikolata vs her nevi endorfin kaynağına yanaştım. Farklı ekollerden düşünce sistemi kitaplarını hatmettim. Her derde deva onlarca dua öğrendim.  Vadamecum’u neredeyse ezberledim; hangi etken maddeli ilaç neye iyi gelir; bilirim.  Nefes teknikleri, diyafram kullanımı, çakraların açılımı… Uzun lafın kısası duygu durumlarının yönetilmesi konusunda oldukça geniş bir bilgi birikimine sahip oldum.

Her birinden edindiğim türlü bilgilerle elbette ciddi aşamalar kaydettim.  Titrek beni titremez hale getirebiliyorum. Her daim açık radarlarım sayesinde duyduğum bir söz, gördüğüm bir çift göz, ya da yukarıda bahsettiğim gibi basit bir dükkan levhası dahi beni yeni bir “iyileşme” konusunda yeni bir açılıma yönlendirebiliyor. Ama…

İyileşme?
Hasta mıydım ki?

***
Günlerden bir gün bir zar takıldı radarıma. Bana, atmam için verilmiş bir zar…
Hayatta bazı anlar vardır ki, başka hiçbir anlamı olmaksızın sadece sizi sizinle tanıştırmak için dizayn edilmiştir. İşte bu da onlardan biriydi.
Yol boyunca zarı elimde hızlı hızlı salladım durdum.  Her sallayışımda bir başka sayıya denk geldim. Hem salladım, hem de içimden hiçbir sayı tutmaksızın küçük istatistik oyunları oynadım, hangi sayı kaç kere geldi, köşeye kaç kere denk geldi vs vs…  Belirli bir sayıyı arzulamaksızın, sadece ne geleceğinin heyecan ve arzusunu duyarak salladım durdum.

 “Demek ki ben de; sakin sakin sırasını bekleyen bir pul değil, hararetle sallanan bir zarım…” dedim kendi kendime sonra.

Hayatı;  duran ve sırasını bekleyen bir pul olarak değil, titreye titreye nereye denk geleceğinin heyecanıyla yaşayan bir zar gibi geçiriyordum sadece. Panik, manik sonik, atak, petek, kötek gibi muhtelif sıfatlarla geçirdiğim onca zamandan sonra bulduğum tek şey ise “titrek”heyecanlı küçük bir kız...

***
Mutsuz olmamak, görmemek, duymamak hatta belki acı çekmemek için kendinden uzaklaşarak harcadığın her an bir kayıp…

Bana bir zar verildi atmam için.
Elbette atacağım.
Ama titreye titreye;
Kendim gibi.

Merkezlerde, teoremlerde körleşip, kendinizden uzaklaşmayın.
Sizi siz yapan hezeyanlara sırtınızı dönemezsiniz ki...
Hem belki de kendinizi iyi hissettirecek küçük bir işaret göz kırpıyor size.

Yolunuz da, radarlarınız da açık olsun.


Hiç yorum yok: