17 Ocak 2008 Perşembe

Sevgi ve hak çetelesi

Çağlayan Kent Ergönül

Sevdiğimiz insanlara sürekli birşeyler kazandırmak isteriz. Bu bir hediye olabilir, bir iş bağlantısı olabilir, bi kap yemek pişirmek ya da bir hamburger ısmarlamak bile olabilir. Diyelim ki, kişi acıkmıştır, hamburger ısmarlarız. Bu hamburger onun karnını doyururken, bizim de bencilliğimizi doyurur. Hiçbir zaman net olarak ölçemezsiniz o hamburgeri neden ısmarladığınızı... Sevdiğinizin karnını doyurmak için mi, yoksa daha çok sevilmek için mi... Ya da bir taşla iki kuş vurabilmek için mi...

Mesleki bir benzetme yapacak olursak bir firmanın sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmesi de aynen buna benzer. Hem ihtiyacı olanların yüzünü güldürür, hem de kendi kurumsal duygularının pazarlamasını yapar.

Gelelim insanlara... Psikolog dostum Deniz Ergül’ün bir lafı aklımın bir köşesinden asla çıkmaz. Sevgili Deniz der ki, ‘insanlara gerçekten ihtiyacı olmayan şeyleri vermek asla fedakarlık değildir...” Ya da benim ilave edeceğim yorum ile şu demek olabilir, kişiler bunu fedakarlık olarak algılamazlar.

Tüm samimiyetinizle sevdiğiniz insanlara kapınızı açar, ekmeğinizi paylaşırsınız. Bunu ihtiyaçları sorgulamaksızın yaparsınız. Çünkü amaç elinizden geleni azami surette paylaşmaktır. Aslında bu o kadar bencilce bir paylaşımdır ki, kişinin kapınızda ya da ekmeğinizde gözü olmamasına rağmen sırf bir şeyler verebilmek ve bunu bir fedakarlık şovuna dönüştürmek için çılgınca bir o yana bir bu yana koşarsınız, elinizde avucunuzda ne varsa tüketirsiniz. Günün sonunda tek gaye, daha çok sevilmekten başka birşey değildir.

Sonunda kaçınılmaz bir biçimde bitap düşer ve yorulursunuz. Hele bir de bu çılgın verme telaşının sizi daha kıymetli bir insan yapmadığını görürseniz, büyük bir hayal kırıklığı ile yüzleşirsiniz. Sağduyudan yoksun bir biçimde ne yüklü bir fedakarlık yaptığınızın çetelesini tutar, kendinizi daha da üzersiniz. Ve malesef sevgi ile nefret arasındaki o ince çizgide bir ip cambazına dönüşürsünüz.

Gerçek bir sevginin fedakarlığa asla ihtiyacı yoktur. Çünkü severken vermek, eşyanın yapısındandır. Farkında olmaksızın verdiğiniz için de ona “fedakarlık” gibi bir ad takmazsınız. Bir ad takmadığınız için çetele tutmazsınız. Böylelikle sevgiyi haketmek ya da sevdiklerinize hak biçmek gibi bir telaşın peşine düşmezsiniz.

Sevginin hakla hukukla hiçbir alakası yoktur. Kişiyi yaptıkları ya da yapmadıkları için değil, sadece o olduğu için sevmek haktandır.

16 Ocak 2008 Çarşamba

W.A.W Buluşması

Merhaba!

Bu akşam (16 Ocak 2008) üyelerimizden Şemsa Denizel'in sahibi olduğu Nişantaşı Kantin'de saat 19.00-21.00 arasında buluşuyoruz.

WAW'a üye olan ya da olmak isteyen kadın&erkek herkesi bekliyoruz.

Ve işte Şemsa Hanım'ın bizim için hazırladığı leziz mönü:

Rezene Tohumları & Portakalla Marinelenmiş Zeytinler
Krudite & Humuslu Dip
Kaşıkta Buğday Salatası
Kaşıkta Fava
Kereviz Mücveri & Yoğurt SosMuska Börek
Parmesanlı Piliç Çöp Şiş
Bulgulu Şiş Köfte & Domates Sos
Karabiberli Bonfile Şişleri
Dondurmalı İrmik
DLC Boğazkere (kişi başı 3 kadeh)
DLC Sultaniye Emir (kişi başı 3 kadeh)
Kişi başı 45 YTL

Kantin
Akkavak Sokak
No: 16/2
Nişantaşı
İstanbul

ayrıntılı bilgi için: (216) 359 45 88 pbx

Bir şimdiki zaman eki olarak “yor”

Dilber Müge Eti

Sevi”yor”um
Düşünü”yor”um
Yemek yi”yor”um
Sevişi”yor”um....

Türkçe ve edebiyat öğretmenlerimin hepsinin kulakları çınlasın...

Onca yıl öğretmeye çalıştılar. Direkt anlatımıyla “...yor..” takısı şimdiki zamanı tanımlar. Ne geçmişi içerir ne de geleceği. Ama bazen, hatta sık sık nasıl da unuturuz bu basit kuralı... Defalarca öğretilmesine, yüklem derdine düşmüş onca cümle kurma çabası içinde olmamıza rağmen...

Ne bir evliliğe ne de bir ilişkiye hele hele 30’lu yaşlarını süren bireyler olarak “biter-bitecek nasıl olsa” diye başlamayız. O günlerde (ki bu bitene kadar) o “yor”lar nedense hep gelmişi geçmişi şuanı yani tüm zaman dilimini kapsar. İnatla gönül, kurallara karşı çıkıp inanır bu zaman dilimine. Bu zaman diliminin en acı kurbanı da tılsımlı “Seni sevi’yor’um” tümcesidir.

Gramer olarak baktığınızda ne kadar da yalın değil mi aslında... Son derece basit. Şimdiki zamanı ifade ediyor cümle. Ancak gönül ve kendinden geçmiş akıl bu cümleyi geniş zaman algılamayı tercih ediyor.

Pek tabii şimdiki zaman ekinin yanlış yorumlanmasından ötürü Türkçe dilbilgisi sınavından aldığınız kırık not ile, hayatınıza biçilen kırık not arasında hasar bakımından nüans var.

Seni sevi”yor”um.

O an öyleydi.

Hissettim ama şu an değil.. bitti.. “pardon”

Ama ama ama diye kala kalırsın. Hani işi kıracaktık, hani rakı içecektik birlikte.. 16’sında konser yok muydu, gidecektik...

Ne farkeder ki adam/kadın o sözleri o an söylemişti, o an öyle hissediyordu, o an öyle istiyordu. O anın şimdiki zamanını anlatmıştı. Zaman değiştiyse hiçbir his ayniyle vaki değil, olmak zorunda da değil. Ama bu kadar basit midir...

Ne geçmiş bugünün, ne de bugün geleceğin teminatı değil. Dilbilgisi diye hafife aldığımız dersler meğer ne büyük hayat meselelerine ışık tutuyormuş...

15 Ocak 2008 Salı

Modern Vampirler

Çağlayan Kent Ergönül

Vampir efsaneleri Babil’den başlar, ortaçağda ise doruk noktasına ulaşarak insanlığın en büyük kabusu haline gelir. Bu hayali canavarın günbatımı ile şafak arasında dirilerek mezarından çıktığına ve insanlara saldırıp kanlarını emdiğine inanılır. 1200’lü yıllarda İngiltere’de bir köyün tüm ahalisinin bir vampir tarafından yokedildiği söylenir. Bazı bilimadamları bunun veba benzeri bir hastalık olduğuna dair araştırmalar yapsa da insanlık kan emmenin bir fantezi olduğuna inanmaya devam etmek istemiştir. Zaman içerisinde sarmısak ya da haç gibi figürlerin vampirleri ortamdan uzak tuttuğuna inanılmıştır ki, çeşitli filmlerde de bunun örneklerine rastlamak mümkündür.

1900’lü yıllarda vampirler sinemanın en gözde temalarından bir haline gelmiş. Sinema tarihinin bilinen en iyi vampir oyuncusu ise genç kuşağın Lord Of The Rings (Yüzüklerin Efendisi) serisindeki ‘Saruman’ rolü sayesinde tanıdığı Christopher Lee. Tek kanallı döneme yani TRT filmlerine yetişenler Cristopher Lee’nin Kont Drakula rolünü mutlaka hatırlarlar. Daha yeni kuşak için en iyi örnek Tom Cruise’ın The Interview With Wampire (Vampirle Görüşme) filmi olacak sanırım.

Yani günümüz kuşağında kan emen vampirler bir film kahramanı olmaktan öteye gidemiyor.

Çünkü devir duygularımızı, kazancımızı, emeklerimizi, insanı insan yapan herşeyi emen vampirlerin devri. W.A.W.’ın ilk üyelerinden arkadaşım, Foulia Özgür’ün deyimiyle ‘modern vampirler’le birlikte yaşam sürüyoruz. Onlar aramızda dolanıyor, kurbanlarını iyi bir yem haline getirene kadar besliyor sonra da gayelerine uygun yanımızı gözlerine kestirip emiyorlar. Kah işimizi, kah duygularımızı, kah kazancımızı...

Bizler modern vampirler ile yeni tanıştığımız için, her daim hazırlıksız yakalanıyoruz. Emeklerimiz beslendikçe işimizi büyütüyoruz. Duygularımız beslendikçe sevgimizi yüceltiyoruz, kazancımız beslendikçe kasamızı teslim ediyoruz. Koşulsuz bir inanca kapıldığımız anda o iki uzun diş, şah damarını çoktan kıskıvrak yakalamış oluyor.

Peki bu yaşam nasıl sürecek? Evimizin, yüreğimizin kapısını, bacasını sıkıca kapatıp mı yaşamak gerek... Güven, ahlak, sevgi gibi teslimiyet gerektiren ve sonsuz konfor sağlayan duygularımızı bir kenara mı atmak gerek... Omuzlarına yaslanarak ferahladığımız insanların çaktırmadan dişlerini mi gözlemek gerek... Her güne korkarak başlamak, geceleri uykusuz mu kalmak gerek... Duyduğumuz her kelimeye tereddütle yaklaşmak, ihtiyat-ı tedbir misali kayda mı geçmek gerek...

Bir kere ölmek yerine, her gün korkuyla, kuşkuyla ölmek mi gerek...

Belki aradan 1000 yıl geçtikten sonra bugünün modern vampirleri birer efsane haline gelerek insanlığın ruhunu emen, onları taşa çeviren yaşamları anlatan fantastik filmlerin kahramanları olacak...