23 Ocak 2008 Çarşamba

I.WAW Buluşması'ndan ilk görüntüler

Bu son derece magazin kokan başlığın altında belki umduklarınızı bulamayabilirsiniz. Çünkü bu yazı son derece keyifli bir geceden kısa detayları sizlerle paylaşıyor.

Bildiğiniz gibi 16 Ocak 2008 Çarşamba gecesi üyelerimizden Şemsa Denizel'in mekanı Kantin'de biraraya geldik.

Şemsa Hanım'a bir kere daha teşekkür etmek isterim. Yemekler gerek sunum gerekse lezzet bakımından son derece güzeldi. Gerçi kendisini mutfaktan hiç çıkaramadık ama gerekçesi son derece yerindeydi: "woman at work."

İlk buluşmamıza katılarak bizlerle birlikte olan Uzman Psikolog Deniz Ergül, Ceylan Intercontinental Hotel Eğitim Müdürü Buket Erkul, Dale Carnegie Eğitim Danışmanı İlke Aksoy, HSBC Kurumsal Bankacılık Yöneticisi Sevinç Emanetoğlu, VEPA Kozmetik Pazarlama Müdürü Aylin Öztürk , Lufthansa uçuş görevlisi Gülhan Sahan ve tek erkeğimiz olan İstanbul Arena Venue yöneticilerinden Aybars Ortan'a teşekkür ederiz.

Ayrıca gecemizi görüntülemek ve bizleri yakından tanımak üzere aramızda olan CNBC-E Business Magazine muhabirlerinden Elif Yağız ve fotoğrafçı Atalay Özocak'a da ayrıca müteşekkiriz. Onların kalemi ve görüntüleri ile grubumuz daha geniş kitlelere ulaşacak.

İkinci buluşmamız Şubat ayının II. haftası gerçekleşecek.
Ayrıntıları sizinle çok yakında paylaşacağız.

Daha kalabalık bir masada sizlerle birlikte olabilmek dileğiyle...

Hayal: Bir erkek çizeceksin...

Ceyda Sakaoğlu

Kapkara bir gecede oluşturmak istemişti onu ama hayali güpegündüz çıkmıştı karşısına.

İnternette dolaşıp, yakın arkadaşıyla oluşturdukları projeleri için araştırma yaparken yeni yüzler arıyordu. Onlarca yüz bakmıştı ama bir türlü içine sinen, tasarladığı karakterin yanında yer almasını istediği sureti bulamamıştı. Aslında ne baktığı çok belliydi. Önce aklında sonra gözlerinin önünde canlandırmaya başladı aradığını. İlk başta gözlerine karar verdi. İçerlek görmek istedi onları. Çukurda kalıp gizlenmeliydi belki de. Hatta genelde kısık bakmalıydılar dünyaya; kötülükleri görmekten çekinir gibi, sadece görmek istediklerine bakmalılardı.

Kendisine nasıl bakmalarını istediğini düşündü, o anda öyle baktı ki o gözler, hayaline bile âşık olunabilirdi. O kadar içten ama bir o kadar da soğuk, o kadar dolu ama bir o kadar da umursamaz, her an bir şeyler söylüyormuşçasına anlamlı bakan gözler sadece zihinde yaratılabilirdi. Zaten yoksa kim dayanabilirdi bu kadar çelişkiye. “Hayat kimse için bu kadar kaotik olmamalı” diye düşündü. Sonra saçlarını koydu. Hatta ona derin derin bakan gözlerinin üzerine düşürdü bazı tellerini. Arada sırada geri de atılabilirdi ama serseri kılıklı birşeyler istedi o ifadede. Haliyle saçlarını hafif uzun bıraktı, kahkülleri toparlanmakta zorlanan, temizken yanlara düşen ama kirliyken de geri itildiğinde birbirine geçen, yine de güzel gözüken...

Kulaklarını hafifçe büyük yaptı, nasılsa saçlarıyla üst kısmı kapanıyordu ve büyüklüğü çok da belli olmazdı. Hiç genç olsun istemedi bu yüzü, dinginlikle azgınlığı aynı yerde yakalayabilmenin zorluğunu çözecekti bu ifadede. Göz çevresi kadar alnını da kırıştırdı. Özellikle çok buruşturmamıştı ama alnına o kadar derin 3 çizgi çekmişti ki hayatın tüm ağırlığını, tüm yaşanmışlıkları taşısın istemişti. “Alnı hüviyeti olsun” dedi kendi kendine.

Gözlerinin çukurlarına bakan iki tane yay çizdi hüviyetinin altına. Sertleşmişti ifade o anda ama gözlerinin karalığıyla uyum bulmanın yanı sıra ifadeye kattığı karanlık daha önemliydi. Yanaklarına doğru inerken, göz çevresine bir kaç çizik attı, aidiyetin anlamını da böylece öğretmiş oldu hem bize hem kendisine. Burnu güzel olmamalıydı. Uzun olmalıydı, bükük olmalıydı, yamuk değil ama aşağı bakmalıydı. Hatta bunun altı çizilmeliydi.

Hemen aklına sırça bir bıyık geldi. Bıyıkları hem o burnun büküklüğü kapatsın hem altı çizilsin diye yerleştirmişti. İncecik yaptı dudaklarını, dudakların şeklinden çok işlevselliğine yoğunlaştı. Onlar gülmek için olduğu kadar öpmek için çizilmiş olmalılardı, bakıp güzel denilsin diye değil. Sonra görmek istediği gülüşü düşündü, öylesini hayal etti ki ne her zaman ne de herkese görünmeliydi. Sadece kendisi anlamalıydı o dudak hareketlerinin ne anlama geldiğini. Gülüyor muydu, kızıyor muydu, sıkılıyor muydu, düşünüyor muydu, neydi... Hatta bazen kendi bile çözememeliydi onun ruh halini. Böylece bıyıklar hem burnunu hem dudaklarını örselemiş oldu.

Yanaklar öpülesi olmasın diye kirletti onları. Sakal koydu ama bilhassa uzatmadı. Öperken yumuşak olsun istemişti ama çeneye doğru inerken yanakları çökertmeden de kendini alamadı. Çünkü yüzünün en büyük yüzölçümü o kısma aitti ve dikkat çekmesini istememişti. Saçlarını dağıttı, gözlerini kıstı, yarım bir gülüşle, kafa yana eğilmiş bir biçimde baktırdı onu kendisine.
Hayal bile olsa aradığını bulmuştu. İçi dışı her yanı aşkla dolmuştu. Onun için yaratıldığını düşündü. Onun olmazsa hayattaki misyonu tamamlanamayacaktı. Artık yollarda bile onu arar olmuştu. Üstelik hayalini de değil gerçeğini. Çünkü gerçeği olduğunu da öğrenmişti.